Devlet

Devletin en iyi iki tanımını Nietzsche verir. İlki genel olarak bilinmektedir: “Bütün soğuk canavarların en soğuğuna devlet denir; aynı soğuklukla yalan söyler ve ağzından şu yalanı kaçırır: Devlet olan ben halkım.” Ama ikincisi kuşkusuz daha belirgindir: “Devlet ikiyüzlü bir köpektir; dumanlar ve böğürtüler içerisinde konuşmayı sever: Böylelikle sesinin nesnelerin karnından çıktığına inandırmak ister.”

Devlet, şiddet tekeline sahip bir kurumlar bütünü olmaktan ziyade ayrıca arzuyu bastırmaz, onu kanalize eder. Devlet, arzulu insanı evcilleştirmek için kendini zorlar; başka bir deyişle, arzusunu yalnızca kendisine yöneltmeye ve bu arzuyu kendi sunduklarıyla tatmin etmeye çalışır. Devlet, kendi değişik somut tezahürlerini aşan, hem de aynı zamanda onların içinde işleyen bir soyutlamadır. Devlet, belirli bir tarihsel aşamada varolan belirli bir kurumdan daha öte bir şeydir. Devlet, daima farklı biçimler içinde varolan, iktidar ve otoritenin soyut bir ilkesidir, ne var ki bu belirli fiilileşmelerden her nasılsa “daha fazla”dır.

Devletin gücü aslında bizim gücümüze dayanır. Her türlü yönetimin bizi yönetmesine izin verme isteğimize bağlı olduğu yadsınamaz değil midir? Siyasi iktidar yalnızca zorlamaya dayanamaz. Bizim yardımımıza, itaat etme isteğimize ihtiyacı vardır. Birey bu gücün farkına varmadığı, kendini kutsalın, otoritenin önünde alçalttığı içindir ki devlet varlığını sürdürür. Devletin egemenliği, tebaasının ahlaki ve ideolojik telkinine dayanır ve bu telkin açığa çıkarılabilirse, bu devletin yıkımının ilk aşaması olacaktır.

Burada Marksizm ekonomik indirgemeciliği ile sınırlıdır: diğer tahakküm alanlarını ve kaynaklarını ihmal eder. Bir üretim tarzını varsayan Devlet değildir; tam tersine, üretimleri bir “tarz” haline getiren Devlettir. Her zaman bir Devlet olmuştur — Urstaat, bir hamlede tamamen oluşmuş olarak var olan ebedi bir Devlet.

Devletin gücü otorite sevgisine dayalıdır. Başka bir deyişle, baskı ve despotizm Devlet'in yapısında ve sembolizminde mevcuttur — Devlet yalnızca sınıf iktidarının bir türevi değildir. Bu özerkliği ihmal etmek ve Marksistlerin önerdiği gibi Devleti devrimci sınıfın bir aracı olarak kullanmak bu nedenle tehlikelidir. Devlet, üretim tarzına atfedilemez.

Devlet paradigmasının ötesinde düşünmeyi öğrenmek zorundayız. Devrimci eylem geçmişte başarısız oldu, çünkü bu paradigmanın tuzağında kaldı. Amacı Devlet iktidarını yıkmak olan anarşizm gibi devrimci felsefeler bile özcü kavramların ve manişeist yapıların tuzağından kurtulamadılar, kaldı ki bu yapılar, Stirner ve Deleuze’ün gösterdikleri gibi, otoritenin yeniden olumlanmasıyla son bulurlar. Devrim fikri bile terk edilmelidir. Belki de, özcü yapılardan ve özdeşliklerden kaçış üzerine siyaset yapılabilir. Devlete direnişin devrim biçimini değil, fakat “isyan” biçimini alması gerekir.

Kafamızdaki devleti öldürmeliyiz.